Kendimle (etiketlerimle) ilgili çok satır kaybetmeden; öğrendiklerimi sıkmadan ve kısaca anlatmak için geldim bu köşeye. Toplanın, bakın neler buldum; benim işime yaradı, umarım size de iyi gelir demek için yazıyorum.

Adım Burcu. 1984’te Almanya’da doğdum. Türkiye’ye döndüğümüzde 9 yaşındaydım. Herkesin “En zor ilkokul senesidir.” dediği 4. sınıftan itibaren Türkiye’de okudum. Anlamadan bitirdiğim, kopyala-yapıştır yaptığım ilkokul bitince, nihayet başarılı bir ortaokul, lise ve üniversite hayatından sonra hemen iş hayatına atıldım. Nereden mezun olduğum, neyden mezun olduğumun hiç önemi yoktu benim için çünkü Türkiye’nin eğitimine entegre edilip ekonomi okuduğumdan yaratıcılığımı ve hayal gücümü kullanabileceğim bir diplomam yoktu. Belli bir sektör ve pozisyonda en fazla 2 sene kalabildiğim için de kendimi

“Kariyer basamaklarını tırmanmış” biri olarak göremedim hiçbir zaman (çok dürüst gidiyorum, dipnot geçmek istedim). İşinde çok mutlu olanların da olmayanların da iş tanımı kabaca aynıydı: Değer yaratmak için emek harcadığın şey. Emek harcıyordum evet; sonucunda bir değer de yaratıyordum ama gün sonu raporum hep “Bu ben değilim. Benim tam kapasite çalışma gücüm bu değil.” olarak çıktığı için o zamanların tükenmişlik sendromu, bu zamanların burn-out hastalığına tutulup kapısı ve masası farklı yerlerde geçici kalp çarpıntıları arıyordum. Makarayı biraz hızlı sarıyorum; yeni işle beraber duyulan heyecan ve soğumayı 4 kez yaşadıktan sonra Amerika’ya, bildiğim dili konuşmayı öğrenmeye gittim ve döndükten sonra yine 2 yeni iş-heyecan-soğuma, evlilik ve nokta. 11 sene içinde iki çocuk, ev hanımlığı ve üç nokta.

11 sene boyunca kafamda başlattığım sayısız start-up, eğitimini alıp kendimi geliştirmeye çalıştığım farklı alanlardan sonra durup baktığımda, tabağımda yine yarım bırakılmış bir sürü ıvır zıvır vardı. Çeşitli edebiyat sitelerinde yayınlanan öykülerim ve çekmecemde yayına gönderilmeyi bekleyen öykü dosyası dâhil... Bu sefer “Kimin tabağında ne var?” kısmı başlıyor ki burayı da ilham veren insanların başarı hikâyeleri oluşturuyor; hepsi çok tutarlı ve azimliydiler. Birkaç hikâye iyi gelip beni ateşleyince yine kafamda kepenkleri açıp ve o işi yaptığımı hayal ettikten sonra kepenkleri kapadım. En büyük ilham verenlerin ateşi bile bir kibritin ucu kadar olunca artık film kopmuştu. Kopmalıydı da. Yalnız olmadığımı, bu duygu ve durumları yaşayan milyonlarca insanın olduğunu bilmenin bana artık bir faydası yoktu. Sorum, problem neredeydi? Cevap, emek harcadığım yerdeydi; yani ne yaptığımdan çok işin neresinde olduğum önemliydi, öyleymiş. (Konum bildiriyorum: Grey Dergisi)

Bir markanın, kurumun, yeni oluşumun ya da girişimcinin hikâyesini dinleyip bunu “Nasıl farklı anlatabiliriz?”, “Nasıl baştan bir hikâye oluşturabiliriz?” ya da hiç bilmediğim bir sektör hakkında yeni şeyler öğrendikten sonra “Neler sorabilirim?” kısmında çalışmakmış benim tüm derdim.

Manşet atılacak kadar büyük bir başarı öyküsü çıkmayacak belki ama mutlu çalıştığım kesin. Bu kadar yazdıktan sonra “Bu elimde görmüş olduğunuz limon sıkacağına…” dönmesin diye söylediğimin altını doldurmak istiyorum; bir markanın, kurumun, yeni oluşumun ya da girişimcinin hikâyesini dinleyip bunu “Nasıl farklı anlatabiliriz?”, “Nasıl baştan bir hikâye oluşturabiliriz?” ya da hiç bilmediğim bir sektör hakkında yeni şeyler öğrendikten sonra “Neler sorabilirim?” kısmında çalışmakmış benim tüm derdim. Bu sonuca elbette kendi kendime ulaşmadım; Orhan Pamuk’un dediği gibi “Bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.”

Ben aydınlandım, iyi geldi…

“Nasıl?” kısmı diğer yazımda. Grey Dijital’de buluşalım mı?

Instagram: burcu_kurtulan_kaya

0 Yorum

Yorum Alanı

Lütfen gerekli Alanları Doldurunuz *