Spora tutkuyla bağlı, sözüyle etkileyici, duruşuyla ilham veren bir isim: 

Merve Toy 

Kendisini sadece ekranlarda değil, bu kez satırlarda daha yakından tanıma fırsatı bulduk.

Spor medyasına girişiniz oldukça genç yaşta olmuş. Televizyonculuğa adım atmak size neler kattı?

Evet, genç yaşta başladım. On sekiz yaşımda, üniversite birinci sınıftayken A Show TV’de çalışmaya başladım. Sakarya’dan İstanbul’a üniversite için gelmiştim ve aynı zamanda televizyonculuğa da adım attım. Bu alan, hayatıma bir şey katmaktan ziyade hayatımı tamamen şekillendirdi diyebilirim. Çünkü yaklaşık 24 yıldır bu sektörün içindeyim. Spor ve onun etrafında şekillenen profesyonel iş yaşantısı, benim tüm hayatımı oluşturdu. Zaten çocukluktan itibaren sporu hep çok seven biriydim. Sakarya’da eski stadın altında bulunan poligonda tabanca atıcılığı yapıyordum. Milli sporcu oldum, yarışmalara katıldım. Sonrasında ise sporu takip etmeye devam ettim ve bugüne kadar basketbol, voleybol ve futbol organizasyonlarını profesyonel olarak izleyip aktardım.

 

Futbol ve basketbol programlarında aktif rol aldınız. Bu iki spor dalı arasında sunuculuk yaparken yaşadığınız farklar nelerdir? Hangisi sizi daha çok heyecanlandırıyor?

İkisini de seviyorum ama futbol beni daha çok heyecanlandırıyor. Çünkü futbol, hem Türkiye’de hem de dünyada daha büyük bir ilgi görüyor. İzleyici kitlesi çok daha geniş, dolayısıyla yayınlara gelen geri dönüşler de hem olumlu hem olumsuz anlamda daha hızlı ve güçlü oluyor. Taraftarların tepkileri, heyecanları, beklentileri yüksek. Haliyle yayınlar sırasında yaşanan duygu yoğunluğu da çok daha fazla. Camia takımlarının başarıları ya da yaşanan kriz anları yayıncı olarak sizi sürekli diri tutuyor. Tabii basketbolu da severek yapıyorum, ama futbolun yaydığı enerji daha yüksek. Son dönemde ise özellikle voleybolun da büyük bir ivme kazandığını söylemeden geçemem.

 

Atıcılıkta Türkiye birinciliği ve Balkan Şampiyonluğu gibi önemli başarılarınız var. Sporcu kimliğiniz ekran önündeki duruşunuzu ve disiplininizi nasıl etkiledi?

Ben genel olarak disiplinli biriyim. İş hayatımda oldukça detaycı ve sorumluluk sahibiyim. Günlük hayatımda daha rahat olsam da iş konusunda disiplin benim temel taşım. Sporculuğun bunda payı mutlaka vardır ama esasen medya sektörü bana büyük bir disiplin kazandırdı diyebilirim. Çünkü bu sektörde mesai kavramı yok, tatil yok, hep hazır olmanız gerekiyor. Bu da sizi belli bir düzene ve iş odaklı yaşamaya zorluyor. Özellikle spor medyası çok hızlı reaksiyon isteyen bir alan. Disiplinli ve detaycı olmazsanız uzun soluklu olamazsınız. Yani bir yandan doğam gereği böyleyim, bir yandan da işin kendisi beni şekillendirdi.

 

Çerkes kökenli bir aileden geliyorsunuz. Bu kültürel miras mesleki hayatınıza ya da sunum tarzınıza nasıl yansıdı?

Çok yansıdı. Sakarya etnik çeşitliliği yüksek bir yer. Ben de bir Çerkes olarak bununla gurur duyuyorum. Kültürümüzde kadın ve erkek ayrımı yapılmaz, herkes her ortamda birlikte olur. Sohbetler, toplantılar, düğünler... Hep bir aradayız. Bu ortamda büyüyen bir çocuk olarak sürekli konuşmaya teşvik edildim. Kadınların söz hakkı vardır, gençler kendilerini ifade etmeye yönlendirilir. Bu da doğal olarak sosyal zekânın, özgüvenin yüksek olmasını sağlıyor. Ben de büyük ihtimalle bu nedenle konuşarak yaptığım bir meslek seçtim. Spor medyasında da çok fazla Çerkes vardır zaten. Bence en büyük katkısı bu: Sosyal, iletişim odaklı, kendini ifade etmeye açık bireyler yetiştirir bu kültür.

Şansal Büyüka, Öztürk Pekin ve Ercan Taner gibi usta isimlerle çalıştınız. Bu deneyimler size neler öğretti? Bugünün genç gazetecilerine ne gibi tavsiyeleriniz olur?

Hayatım boyunca öğrendiğim her şeyi onlardan öğrendim diyebilirim. Özellikle Şansal Abi’nin yeri çok ayrı. Bugün geldiğim noktada onun emeği çok büyüktür. Beni yanına alıp yetiştirmesi, nasihatleri, yol göstericiliği olmasa belki de bu meslekte bu kadar kalamazdım. Yani sadece o ilk işe başlatmakla kalmadı, ondan sonra da hep bir şekilde ben ne zaman kararsızlık yaşasam ya da bir yol ayrımında kalsam, danıştığım ve onun yönlendirmeleriyle hareket ettiğim biri oldu. Ercan Taner’le çalışmak çok önemliydi. Çünkü Ercan Taner bence bu işin en büyük ustası. Yani maç anlatımı, televizyonculuk ve iş disiplini anlamında çok şey öğrendim. Hâlâ da öğrenmeye devam ediyorum. Öztürk Pekin’le çalışmak da öyle. Hani o dönemin lig TV’si, şimdi beIN SPORTS olan dönem, bizim için bir okul gibiydi. Herkes çok yetenekliydi, herkes birbirinden öğrenirdi. Dolayısıyla biz o dönemin çok şanslı jenerasyonuyuz. Şu anda gençlere tavsiyem; gerçekten çok çalışmaları, bu işi yapmak istiyorlarsa sadece ekran görünürlüğü için değil, işin mutfağında da olmaları. Yani rejiyi, kurguyu, montajı bilmeleri çok önemli. Bugün yayıncılık çok yönlü hale geldi çünkü. Sadece bir yerde iyi olmak artık yetmiyor.

Spor medyasında bir kadın olarak yer almanın zorluklarını ve avantajlarını yaşadınız mı? Bu yolculukta kadın olmanın size kattıkları ya da sizden götürdükleri oldu mu?

Tabii ki oldu. Yani şöyle; kadın olmak her sektörde, her alanda olduğu gibi spor medyasında da ekstra çaba gerektiriyor. Özellikle benim başladığım dönemde daha az kadındık. Şimdi sayı arttı, bu çok sevindirici bir şey. Ama o zaman daha az olduğumuz için daha çok dikkat çekiyorduk ve daha çok kendimizi ispat etmek zorunda kalıyorduk. Bir erkek bir şeyi söylediğinde kabul görüyorsa, biz aynı şeyi söylediğimizde daha çok sorgulanıyordu. Ama bu süreç beni daha da güçlendirdi diyebilirim. Avantajı da şu oldu; kadınlar iletişimde gerçekten çok güçlüler. Empati kurabiliyorlar, detaylara önem veriyorlar. Bu da yayına yansıyor. Ben de bu özelliklerimi işime yansıtmaya çalıştım. Dezavantajlar da yaşadım elbette ama hep çözüm odaklı kalmaya, üretken olmaya çalıştım. Kadın olmanın bana kattığı en önemli şey belki de mücadele ruhu oldu. Bir kadın olarak bu alanda var olmanın gururunu hep taşıyorum.

instagram: mervetoy

 

0 Yorum

Yorum Alanı

Lütfen gerekli Alanları Doldurunuz *